Ağustos Böceği

İki yumuşak g var. İkisi de birbirinden sıcak. Biri Ağustosun hemen başında, ikincisi böceğin sonunda, bir mutluluk ki baştanbaşa yumuşak g.
Harflerin kalbi, alfabenin atlıkarıncası, renklerin göğü yumuşak g. Hangi renklerin? Harflerin renkleri vardır ve onların çatısı da tıpkı bizimki gibi mavidir. Harflerin göğü demek daha iyi, diyelim de, göğün gönlünü alalım. Göğün gönlü vardır, harflerin kalbi olur da, göğün gönlü olmaz mı?
Harflerin göğü yumuşak g, yaz göğü de ağustos böceğinin üstünde. Böyle bir mutluluk, serüven işte. Yolculuğa çıkmış, yolu yaza düşmüş. Demek ki o zamanlar oraların yazı güzelmiş. İnsan, böcek, kuş yazı görünce büyülenip kalırmış.
Karınca kardeş ise, arı gibi çalışkan diye bilinirmiş. Buna da kimsenin şüphesi yokmuş. Hem nasıl olsun? Yalnızca yazın mı, her mevsimin çalışkanı, ‘emek kahramanı’ oymuş. Ve insanlar her şeyi, masalları, şarkıları, tekerlemeleri, şiirleri, bilmeceleri unutsalar da bu öyküyü hiç unutmazlarmış! Fakat bazen unutmakta fayda varmış, unutmak, unutmamaktan iyiymiş!
Yumuşak g, alfabenin diğer harfleri kadar sevilmiyor sanırım. Tıpkı bazı eski sözcüklerin üstünden şapka ya da inceltme işaretlerinin kaldırılması gibi: “Hala hala bekliyor!”, “Kar tatilini kar bilip…” Artık siz uygun harflerin üstüne şapkaları kondurun ya da şapkalı okuyun bir zahmet!
Hayvanlar Alfabesinin ağustos böceği de, tıpkı üst kat komşusu yumuşak g gibi kadersiz! Biri sevilmediği için pek kullanılmıyor, diğeri hep olumsuz bir örnek olarak akla geliyor, gösteriliyor. Kitap imzalarken öğrencilere soruyorum, ‘Yumuşak g’li Tuğba mı? Kaan mı Kağan mı?” Çoğu yumuşak g’siz. Sanki ağustos böceğinin olmadığı bir yaz da, yumuşak g’siz bir alfabe ya da şapkasız harfler gibi.
Son zamanlarda bazı şiirlerde, yeni masallarda ve kitaplarda durum biraz değişti gerçi. Artık ağustos böceğinin tavrı kadar, hatta ondan da çok karıncanın tavrı eleştiriliyor, en azından doğru bulunmuyor. Ben de karıncayı, çabasını sevmekle beraber, onun ağustos böceğine karşı davranışını biraz ‘yakışıksız’ buluyorum, yani karıncaya yakıştıramıyorum.
Çalışmak güzel bir şeydir elbette, varsa yeteneğini çalışarak geliştirir insan, yoksa çalışma yeteneğine ulaşabilir. Çalışmak insanın sevilmesine, övülmesine de yarar elbette, “işleyen demir ışıldar”. İnsan kendisi için, ama çoğu zaman da toplumsal gereklilikler için çalışır. Hemen her toplumda, çalışabileceği halde çalışmayan ayıplanmıştır, yani bir ‘mahalle baskısı’ söz konusudur.
Fakat çalışmak sadece el emeği, beyin gücüyle yapılan bir şey olarak adeta kutsanmıştır. Emek verir, ter akıtır, göznuru döker, kafa patlatırsın! Güzel. İşte bu eylemlerle yapılan başka çalışmalar da vardır: Müzik yapmak, dans etmek, yazı yazmak, oyun oynamak gibi… İster sanat diyelim adına ister eğlence, bazıları da böyle çalışır, el, emek, ter, göznuru, kafa ve kol emeği ve gücüyle üretim yapar.
Harflerdeki şapkayı, alfabedeki yumuşak g’yi ve mesellerdeki ağustos böceğini savunayım diye, yazıyı da nerdeyse bir ‘makale’ye çevirdim. Diyeceğim, karınca eğer saz çalıp şarkı söyleyen ağustos böceğine “saz çalıp şarkı söyleyeceğine bütün yaz/ sen de benim gibi çalışsaydın biraz/kalmazdın böyle karnın aç, evsiz barksız, hava da ayaz!” diye ucuz kafiyeli ders verip ahkam keseceğine, biraz şefkatli olsa, “ne güzel sen de hem bizi hem dünyayı eğlendirdin, var ol, eline, sesine sağlık!” deyip, ona biraz yiyecek verse, paylaşsa daha bilge olmaz mıydı, olurdu! Meselin adı da herhalde “Ağustos böceği ile bilge karınca” olurdu, çok da yakışırdı, yaa karınca kardeş!