Bir Başka Karadeniz: Artvin

Bir Başka Karadeniz: Artvin

Dağları aşmak, kavuşmak için geceyi gündüze katmak, yaşına bakmadan kilometrelerce yürümek, bel sızısına aldırmadan yüklenmek, tarlaları ayılarla paylaşmak…

Doğu Karadeniz emek istiyor, sabır bekliyor. Hızına ayak uydurulmaz Çoruh Nehri’nin bir yakasından diğerine derme çatma, ahşap, asma köprüler; yük ya da insan taşımak için teleferikler uzanıyor. Kolaya kaçmanın imkansız olduğu topraklar bunlar. Artvin’den belli değil mi? Kent merkezine ulaşmak için, 3 km boyunca, hiç bitmeyecekmiş gibi zig zag çizen, keskin virajlı bir yoldan yukarı tırmanmak gerekiyor. Hatta bir dönem, İskebe mahallesindeki futbol sahasında, oyun sırasında top stadın dışına fırladığında, ta Çoruh Nehri’ne kadar gidermiş. Artık yeni yerleşimler topu durduruyor.

Atamızdan yadigar atabarı

Gece Artvin’in sokakları ıssız ama bir düğün salonundan, Karadeniz’in farklı ezgileri kulağa çalınıyor. Şehir halkı kol kola dansediyor, horon tepiyor. Sırada, Artvin’in simgesi haline gelen “Atabarı” var. Hikayesi şöyle; 1936 yılında İstanbul’da yapılan yerel danslar festivaline, Türkiye’yi Balkanlar’da temsil etmiş olan Artvin ekibi de katılıyor. Ekip, Beylerbeyi Sarayı’nda, Atatürk’ün huzurunda “Artvin Barı” olarak adlandırılan gösteriyi sunarken, Atatürk, dansın coşkusuna dayanamayıp oyuncuların arasına katılıyor. Artvin’le özdeşleşen bu yöresel dans, o günden beri, “Atabarı” olarak anılıyor ve bugün hâlâ Artvinliler şu dizeleri mırıldanıyorlar: “Bahçesi var, bağı var/ Ayvası var, narı var/ Atamızdan yadigar/ Bizde atabarı var”. Gerçekten de insanın yerinde durmasını zorlaştıran, kıpır kıpır bir oyun.

Geleneğe sadakat

Artvinliler’in kültürel miraslarından tamamıyla vazgeçmemek için çaba sarf ettiklerini görebiliyor insan. Artvin’deki evlilik geleneklerinden birine göre, gelin kaynanasının evine girdikten sonra bir süre oturmaz, dikilirmiş. Ta ki, evin büyüklerinden bir ya da birkaçı oturması için kendisine bir meyve ağacı ya da damızlık hayvan armağan edinceye dek. Bu tür gelenekler bugün hâlâ geçerliliğini koruyor mu bilmiyorum ama Artvin’deki düğün salonlarına ya da hafta sonları düzenlenen atabarı partilerine bakılırsa, geleneğe sadakat sürüyor. Artvinliler’in kültüründe ilk günkü gibi kalmış bir başka gelenekse, boğa güreşleri ya da bugünkü adıyla Kafkasör Festivali… Temmuz ayının ilk hafta sonu Kafkasör Yaylası’nda yapılan bu festival, Anadolu’nun otantikliğini kaybetmemiş ender şenliklerden kabul ediliyor. 50’lerde her evde en az bir kişi akordeon çalarmış. Şimdi o da pek yok. Kafkasör Yaylası’nın serin sessizliğinde, şöminenin başında bir akordeon çalınıyor; “Aynı topraktan geldik/ Biz bize benzeriz/ Sevdalıklar dururken/ Neden kavga ederiz?”

Sürprizli coğrafya

Artvin, Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri, okuryazar oranıyla Türkiye’nin ilk 10 kenti arasındaki yerini koruyor. Eğitimli gençlerin hep göç etmesinden şikayetçi olan Artvin, aslında bir başka Karadeniz… Sadece doğasıyla değil, tarihi ve sosyal yapısıyla da, kendine özgü farklı bir bölge gibi. Akıl almaz sürprizlerle dolu bir coğrafyası var; çıplak sarp kayalıklar bir anda ücra köylerdeki ortaçağın görkemli kiliselerine; derin, ürpertici kanyonlar ağaçların meyvelerini taşıyamadığı cennet bahçelerine; yemyeşil yaylalar sapsarı bozkırlara dönüşebiliyor. Genelde yolculuklarda yolun sonunda bir ödül varsa, burada bir başka ödül de yolun ta kendisi. Çünkü Doğu Karadeniz’in en bakir köşeleri, en baş döndürücü manzaraları, en yontulmamış yaşamları burada. O yüzden çekilen tüm zorluklara değiyor. Virajlar bol, ulaşım zor ve yavaş. Konaklama mütevazı ancak iletişim bir o kadar sıcak ve gerçek. Hele Karadeniz’in ahşap evlerinden birinde kalıp, insanlarını tanıma ve yöresel yemeklerini tatma şansını yakalamışsanız, muhtemelen bu bölgeyi bir kez ziyaretle yetinmeyeceksiniz.

Hızlı akan nehrin bereketi

Bölge turizminin merkezi Yusufeli… Sulak, bereketli toprakta, ahşap evlerin bahçelerinde, incir, üzüm, kızılcık, nar neredeyse bütün ürünler yetişiyor. İspir’e doğru pirinç tarlaları var. Çoruh Nehri’nde rafting için Yusufeli, ideal bir üs. Artvin’den güneybatıya Erzurum’a devam eden yol, Çoruh Nehri kenarından, 105 km boyunca, muhteşem bir boğazın içinden geçerek, Yusufeli’ne varır. Sarı-kırmızı çıplak kayalıklarla nehrin kenarından fışkıran yeşil, çarpıcı bir tezat. Artvin’in bu en uzak ilçesi, Karadeniz’i geride bırakıp, iklimi ve coğrafyasıyla Doğu Anadolu’nun kapısına dayandığınızın da habercisidir. Erzurum’un kuzeyindeki 3239 m yükseklikteki Mescit Dağı’ndan doğup Artvin’i ikiye bölerek Batum’dan Karadeniz’e dökülen 368 km uzunluğundaki Çoruh, dünyanın en hızlı akan üç nehrinden biri kabul ediliyor. Çoruh Nehri’nin Yusufeli ile İspir arasındaki bölümü ise, Türkiye’nin en iyi rafting parkurlarından biri. Çoruh Nehri ile Barhal Çayı’nın birleştiği vadinin içine kurulu Yusufeli’nin kuzeybatısında, 3937 metre rakımda, Türkiye’nin dördüncü en yüksek zirvesi olan Kaçkar Dağları var. Rize-İspir yolundan Hopa-Artvin karayoluna kadar uzanan Kaçkar Dağları, uluslararası çevre kuruluşları tarafından dünyanın koruma öncelikli 200 bölgesinden biri olarak kabul ediliyor. 550’si endemik olmak üzere, yaklaşık 2.300 bitki çeşidi, 230’dan fazla kuş türü, buzulları, krater gölleri ve saflığını koruyan doğal yaşamıyla, Türkiye’nin en çok sürpriz vaadeden trekking rotası. Yusufeli’nin bir başka turistik cazibesi de, bakir bir doğanın içine yayılmış, 9. yüzyıla ait Gürcü kiliseleri. Çoruh Vadisi’nin eski halkı Gürcüler’e hükmeden Ermeni derebeyi ailelerden Bagratoğulları, bu bölgede manastırlar ve anıtsal kiliseler yaptırmışlar.

Ahşabın, yeşilin, gölün sakinliği

Artvin’e 71 km mesafedeki Şavşat, Uluslararası Cittaslow Birliği’nin “sakin şehir” ünvanına sahip. İsviçre Alpleri’ne benzetilse de, bir karşılaştırmaya gerek olmayacak kadar etkileyici doğasıyla, her mevsim başka bir çehreyle karşınıza çıkıyor. Suküneti bir yana, Şavşat’ta artık kimse ahşap ev yapmıyor ancak Ciritdüzü köyü, Meşeliköy ve Veliköy gibi yerleşimlerde halen ayakta olanlar insanın içine su serpiyor. Cevizli köyünün güzel ahşap evlerinin hemen yanında 10. yüzyıla ait Gürcü kilisesi var. Şavşat demek biraz da Karagöl demek. Sahara Milli Parkı içinde, ladin ve çam ağaçlarının yansıdığı bu göl, Şavşat’a 27 km mesafede, içinde japon balıkları ve sazanlar var. Karlıyken ya da donmuşken de başka bir atmosfere bürünen gölün güzelliğinin yanısıra, yolu çevreleyen manzaralar görmeye değer. Göl etrafında yürüyüş olmazsa olmaz. Gölün dolunay zamanı da sabahları da ayrı güzel. Sabahları yaban hayatı göle su içmeye iniyor. Şavşat Kalesi, Arsiyan Yaylası, Yavuzköy ve Papart Vadisi’nin yanısıra yazar Fakir Baykurt’un 1957-59 yıllarında burada öğretmenlik yaparken çıktığı Efkar Tepesi de manzarasıyla bir efsane.

Kaleler vadisi

Artvin’in doğusundaki vadilerin Yusufeli civarındakilerden aşağı kalır yanı yok. Ardanuç’a giden görkemli Köprüler Çayı boğazından geçerken, ürpermemek elde değil. Yüksek duvarlı kanyonu, ortaçağın en güçlü kalelerinden Ferhatlı Kalesi koruyor. Çoruh Vadisi’nde böyle otuzun üzerinde kale olduğu söyleniyor. Artvin-Erzurum yolunun 29. km’sinden sonraki sapaktan sapınca 5 km mesafede Ferhatlı Kalesi var. Kalenin en iyi görüntüsü aşağıdan, yol üzerinden… Ancak yine de kaleye çıkmak isterseniz, ilerideki dar patikadan, 1.5 km boyunca uygun bir araçla gitmek ya da yürümek gerekiyor. Kaleye çıkınca, aşağıdaki dehşet verici boğaza yüksekten bakabilirsiniz. Sapaktan 10 km mesafedeki Cehennem Deresi Kanyonu’nun Amerika’nın Colorado kentindekinden sonra, dünyanın en büyük ikinci kanyonu olduğu söyleniyor. Akarsuların volkanik kayaları oymasıyla oluşan, duvarları 100-150 m yükseklikteki kanyon, kıvrım kıvrım, ıssız ve haşmetli bir şekilde devam ediyor. Sapaktan 12 km sonra, Ardanuç’un tek girişinde, düz bir tepede bir pasta gibi duran, 810’lardan 1000’li yıllara kadar Bagratoğulları’nın yaşadığı Ardanuç Kalesi var. Kale, 1548’de Osmanlılara geçiyor, bugün de etkileyiciliğini koruyor.