Görkemli Mimari: Aspendos

İmparator dünyalar güzeli kızını evlendirmek ister. Ancak talipler o kadar çoktur ki, seçimini yapabilmek için bir karar verir; kızını kente en faydalı eseri yapan kişiyle evlendirecektir. Kentin bütün sanatçıları gece gündüz çalışırlar.
İmparator hepsini inceledikten sonra, iki eser üzerinde yoğunlaşır. İki mimar yaptıklarıyla diğerlerinden öne çıkar; biri tiyatro diğeri de kente su getiren su kemerleridir. Su kemerlerini inceleyen imparator, kilometrelerce uzaktan su getiren bu yapıları inşa eden mimarın kızını hak ettiğini düşünür. Çünkü kentin en önemli ihtiyacını gidermiştir. Sanatçı ruhlu güzel kız ise bir de tiyatroyu görmesi için babasına yalvarır. Baba kız tiyatroya gider, en yukarıya çıkıp tonozlu galerinin olduğu yerde gezip tartışarak, birbirlerini de ikna etmeye çalışırlar. Bu sırada tiyatronun mimarı orkestraya gelmiş, kral ve kızından habersiz kendi kendine konuşmaktadır. Birden baba ile kız, aşağıdaki orkestrada elleri arkada, başı öne eğik dolaşan mimarın mırıldanmasını duyar: “Kralın kızı benim olmalı, kralın kızı benim olmalı…” Tiyatroda bu akustiği başarabilen mimarın her şeyin üstesinden gelebileceğine inanan kral, kızını Mimar Zenon’a verir. Düğünleri tiyatroda yapılır. Ancak efsane bu ya, acıklı bir tarafı da var; su kemerlerinin mimarı Tiberius Claudius İtalicus, kendini su kemerlerinin en üst kulesinden atarak intihar eder.
Böylesini henüz görmediniz
Tarihteki birçok olağanüstü eser hakkında birçok efsane vardır. Ancak, Aspendos Tiyatrosu’nun efsanesinin en etkileyicilerden biri olduğunu söylemekte yarar var. 19. yüzyılın sonlarında yaşamış olan İngiliz arkeolog ve bilim insanı D. G. Hogarth, dünyanın en iyi korunmuş Roma tiyatrolarından biri olan Aspendos Tiyatrosu için şunları söylemiş: “İtalya, Fransa, Dalmaçya ve Afrika’da amfitiyatrolar, Mısır ve Yunanistan’da tapınaklar, Girit’te saraylar görmüş olabilirsiniz. Antik çağdan günümüze gelen kalıntılara belki doydunuz veya belki onlardan hiç hoşlanmadınız. Ama Aspendos’taki tiyatroyu henüz görmediniz.”
Efsane akustik
M.S. 2. yüzyılda Roma İmparatoru Marcus Aurelius (161-180) döneminde inşa edilen tiyatronun sahne binasının güney duvarındaki konsol üzerindeki yazıt, bu yapının mimarının Theodoros’un oğlu Zenon olduğuna işaret eder. Devrin tanrılarına ve imparatorlarına adanmış bu eser, dünyada caveası (oturma yerleri) ve sahne binası bütün olarak yapılmış ender Roma tiyatroları arasında yer alıyor ve bugün hala görenleri büyülüyor. Tiyatronun en etkileyici bölümlerinden biri, en üst seviyede 59 beşik tonozun oluşturduğu kemerler. Diğeri ise hala ayakta duran sahne. En üst noktası tiyatronun kemerleriyle aynı yükseklikte. Sahne tamamıyla mermerden inşa edilmişti ve heykeller ile kabartmalarla süslüydü. Mükemmel akustiği sayesinde en üstte oturanlar bile sanatçıların her konuştuğunu rahatlıkla duyabiliyordu. Sıralarda yazılı olan isimler kentin ileri gelenlerine aitti. Günümüzde halen görebildiğimiz girişin iki yanındaki yazıtlar, bu tiyatronun inşaasında destek olmuş ve tiyatroyu kentin tanrılarına ve imparator ailesine adamış olan iki kardeşe ait. Günümüzde görebildiğimiz kırmızı renkteki zig-zag motifler, Selçuklu devrinde bu tiyatronun bir kervansaray olarak kullanıldığı günlerden. Tiyatronun günümüzde hala ayakta olmasının ve burasının konser gibi önemli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapabilmesi, Atatürk’ün 1930 yılında burayı ziyaret edip ‘onarılıp yeniden kullanılması’ direktifini vermiş olması sayesinde.
Kazılarla gün yüzüne çıkanlar
Aspendos’un en parlak devri, Roma’nın desteğinin olduğu devirdir. Roma’nın çöküşüyle Aspendos da küçülür ve yapıyı dış saldırılardan korumak için surlar inşa edilir. Bizans devrinde Aspendos tamamıyla eski görkemini kaybeder ve Bizans’ın bir askeri üssü durumuna düşer. Defalarca Araplar tarafından işgal edilir. Ancak Selçuklular devrinde yine önemli bir üs olur. Osmanlı devrinde önemini kaybeder ve 18. yüzyılda tamamen terk edilir. 1923 yılından sonra, yeniden canlanma umutlarıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir kazı alanı olarak ele alınır. Antik kentin Roma Bazilikası’nda bulunan ve Yunan mitolojisinde müziğin, güzel sanatların, güneşin, ateşin ve şiirin tanrısı, kehanet yapan, bilici tanrı Apollon’a ait olduğu tahmin edilen mermer heykel, değerli materyallerin satıldığı veya depolandığı, hatta bazılarının da ofis olarak kullanılmış olabileceği ihtimali üzerinde durulan 2 bin yıllık dükkanlar ve 1800 yıllık yazıt son yıllarda halen antik kentten çıkarılan buluntular…
Zamanının çok ilerisinde
Aspendos’un özellikle bilim insanlarının ilgisini cezbeden bir diğer yapısı da su kemerleri. Su kemerleri, iyi korunmuş olmalarının yanısıra halen ayakta duran, suyun debisini ayarlayan iki sifonuyla son derece önemli yapılar. Roma devrinde kentlere su getirmek en önemli işlerden biriydi. Suyun normal bir atmosferik basınçla, kemerlerin üzerinde bulunan künklerle taşınması Roma kentlerinde olağan bir şeydi. Günümüzde özellikle Avrupa kentlerinde hala bu kemerlerin kalıntılarını görmek mümkün. Ancak Aspendos Su Kemerleri’nin teknik özelliklerle suyun getirilmesi, kendi devrindeki birçok su kemerinden daha mükemmel. Kemerler inşa edilmeden önce ovadaki kuyulardan ve Akropol’deki sarnıçlardan su temin edilebiliniyordu. Ancak M.S. 2. ve 3. yüzyıllarda inşa edilen bu su kemerleriyle Akropol’de bulunan su kaynaklarından, devamlı su elde edilmeye başlandı. Kullanılan teknik çok sonraları icat edilmiş olan bileşik kaplar teorisiydi. 30 metre yüksekliğinde, yanlarında rampa bulunan üç kule ve atmosferik basınç yardımıyla su basılır ve bu kulelerin arasında 880 m uzunluğunda bulunan kemerlerin üzerindeki künklerle devam ederdi. Su, bu şekilde 3 km uzaklıkta olan kente taşınırdı. Tüm bu mühendislik detaylarının ışığında, tiyatronun ve su kemerlerinin zamanının çok ilerisinde yapılar olarak ele alınması konusunda tarihçiler ve bilim insanları ortak zeminde buluşurken, günümüzde her yıl düzenlenen Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali de dünyanın dört bir yanından gelen sanatseverleri bu büyülü atmosferde misafir ediyor.