Hayata Mola, En Kısa Yoldan Doğaya…

Er geç döneceğimizi bilsek bile, kalabalıklaşan kentlerden kaçmak kimin ruhuna iyi gelmez ki… Nefes almak, arınmak ve yenilenmek için doğaya dönmek gerekir. Her zaman bir çıkış yolu vardır. İşte en kısa yoldan doğaya ulaşmak için birkaç öneri…
Tarih dolu kıyılar: Beyşehir
Birçok turistik güzergahtan uzak kalması, Türkiye’nin üçüncü büyük gölü Beyşehir’i hep turizmden mahrum etti. Böyle olunca da, Konya ve Isparta sınırları içindeki bu en önemli tatlı su kaynağı, ne tarihini ne de gurur duyduğu “dünya çapındaki günbatımı”nı, başkalarıyla paylaşamadı. Konya’ya 92 km mesafedeki Beyşehir Gölü, 1993 yılında Milli Park ilan edilmişti. 650 kilometrekarelik alanı kaplayan bu tektonik çöküntü gölünün üzerinde irili ufaklı 33 ada bulunuyor. Gölün kıyısında ilerlerken, zirvesi her mevsim karlı Anamas Dağı ile gölün birlikteliği, bu coğrafyanın en çarpıcı manzarası. Gölün etrafı 154 km. Göl kıyısını ve adaları gezmek için, tekne kiralamak mümkün. Beyşehir’in en önemli ve güzel yapıları, göl kıyısında. 13. yüzyılda, Eşrefoğlu Seyfeddin Süleyman Bey tarafından yaptırılmış olan Eşrefoğlu Camii bir sanat eseri. Çini mihrabı, kündekari tekniğiyle yapılmış ahşap minberi, görkemli taç kapısı, ağaç oymaları, kalem işçiliği ve taş nakışlarıyla, dikkat çekici caminin tavanı 480 ağaçtan meydana geliyor. Ağaçlar, Beyşehir civarındaki Genek Dağı’ndan kesilmiş, 3-5 ay gölde ıslatılmış ve fırınlanmış.
Beyşehir’in olmazsa olmazı kuşkusuz günbatımı. Kayık ve kayıkçıların siluetlerinin parıldayan suyun üzerinde salındığı günün o saatlerini kaçırmamalı. Beyşehir’in merkezindeki en güzel mola yerlerinden biri, Beyaz Park Motel’in çay bahçesi. Özellikle buradan, günbatımında siluete dönüşen Beyşehir Regülatörü Köprüsü’nü seyretmeli. Gölün batı kıyısı, manzara düşkünleri için kaçırılmaz bir güzergah. Bu kıyıdaki köylerden biri olan Gölyaka’da, kazıları 1981’den beri devam etmekte olan dillere destan Kubadâbâd (1227) kentinin sarayı var.
Yüzlerce leyleğin barındığı ve “Leylekler Vadisi” adıyla ünlenen Beyşehir’in Yeşildağ beldesinde leylekleri havada ve yuvalarında görebilmek de ayrıca keyifli.
Geçmişi yaşatabilmek: Şirince
Anadolu’nun zenginliği içinde öyle yerler var ki, koruyarak yaşatmanın en kayda değer örnekleri olarak bugüne ulaşabildiler. Bu alanda Türkiye’deki en başarılı örneklerden biri Kuşadası’na yarım saatlik mesafede bulunan Şirince köyü. Sokaklardan evlere, dükkanlardan küçük otellere geleneksel dokusu yaşatılıyor. Mübadelenin izlerinin hissedildiği bir Ege köyü. Yamaçta kurulmuş evler çok etkileyici. Selçuk’tan, yeşillikler ve zeytinlikler arasında kıvrıla kıvrıla giden 8 km’lik bir yolun sonuna vardığınızda karşınıza çıkıyor. Her ne kadar turizmin etkisiyle, artık eskisi kadar doğa ve köy özlemimizi gidermiyorsa da, tepelere çıkıp turistik eşyalardan uzaklaşıp, canayakın köy halkıyla yakınlaşıldığında, bir sabah horoz sesleriyle, tertemiz bir gökyüzüne uyandığınızda, bu köyün ne kadar özel olduğu ortaya çıkıyor. 1790’larda burada Rumlar yaşıyor. Rumca Kirkince olan isim, Türkçe’ye Çirkince olarak gelmiş ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, İzmir Valisi Kazım Dirik’in emriyle Şirince olmuş. Bugünkü halkı, Selanik ve Kavala’dan mübadeleyle gelenler…
Meydana inmeden önce ilk Artemis Evi’yle karşılaşırsınız. Eskiden Rumlar’ın ilkokulu olan bu bina, iyi bir restorasyon geçirmiş. Bahçesinden Şirince’nin en güzel manzarası görülüyor. Kilisenin hemen üzerinde, kime sorsanız bilir, Pervin Teyze’nin gözleme, mantı ve ev baklavaları yaptığı manzaralı yeri var. Kabak çiçeği dolması da cabası. Günübirlik bir Şirince gezintisi yerine, buraya özgü pansiyonlarda konaklamaya karar verirseniz, bu köyün yaşamını keşfiniz daha unutulmaz olabilir.
Yeşilde rehabilitasyon: Maşukiye
Kentlerden uzaklaşmak yeşili görmek demek. Kocaeli-İzmit’e 20, İstanbul’a 120 km mesafedeki Maşukiye, yeşile doymak için yapacağınız kaçışlardan biri olabilir. Adını âşık anlamına gelen mâşuktan alan Maşukiye’nin, meyve ağaçlarıyla dolu bereketli yeşil alanları özellikle haftasonları dolup taşıyor. Maşukiye, doğaseverler için çok önemli bir güzellik daha sunuyor; Kartepe. Samanlı Dağları’nın en yüksek noktası olan Kartepe’nin, kayakseverlerin gönlünde yer etmiş olmasının yanı sıra, önemli özelliklerinden biri de Kocaeli’nin su ihtiyacını sağlayan bir depo olması. Karlı bir günde, doğayı seyrederek bir tren yolculuğu yapmak isterseniz, Yüksek Hızlı Tren ile Ankara-İzmit yaklaşık 3 saat. İzmit Tren İstasyonu’ndan da Kartepe otobüsleri ile yaklaşık yarım saatte Kartepe’ye ulaşmak mümkün. Maşukiye’den geçen, 17 km boyunca devam eden orman yolu, sizi doğanın daha da derinleştiği bir atmosfere taşıyor. Tabelaların her an geyik çıkabileceğini hatırlatması ne kadar bakir bir yolda ilerlediğinizin kanıtı. Her ne kadar Maşukiye-Kartepe yolu kısa olsa da, gidişte ya da dönüşte hoş bir molayı atlamamakta fayda var; Alabalık Vadisi. Burada hem kuşların ve şelalelerin seslerinde rehabilite olabilir hem de Maşukiye’nin geleneksel lezzetlerini tadabilirsiniz. Kayak yorgunluğunun üzerine fırında mantar, güveçte köy peyniri ve kiremitte alabalık bire birdir.
Doğanın içinden telesiyej ile varılan Geyikalanı Tepesi’ndeki tesislerde şömine başında keyif bağımlılık yapsa da enerjisi olanlar için gezecek yerler bol; ormanlar ve şelaleler arasındaki Maşukiye Aygır Deresi, körfez manzarası eşliğindeki Soğuksu Piknik Alanı, ahşap dağ evleri arasında yürüyüş yapabileceğiniz Başdeğirmen Mesire Yeri, at yetiştiriciliği ile ünlü Sapanca Gölü kıyısındaki Uzuntarla, Sarımeşe ormanları, kampçıların favorisi Kuzu Yaylası Tabiat Parkı, “Avrupa’nın en büyük doğal yaşam parkı” sloganı ile adını duyuran ve en çok çocukların keyif alacağı Ormanya…
İstanbul’dan kaçış: Ağva
İstanbul’dan kaçışın en popüler destinasyonlarından biri İstanbul’a 110 km mesafede, Şile ilçesine bağlı Ağva’dır. Ağva önce, Göksu Nehri kıyısındaki butik otelleri ve sahilindeki taze balık restoranlarıyla bir dinlenme ve yenilenme yeri olarak ün saldı. Kısa bir sürede de trekkinge uygun coğrafyasıyla, doğa turizminin gözdelerinden oldu. Otellerin turları olduğu gibi sizler de kendi yürüyüş rotanızı belirleyebilir, Ağva ve çevresinin muhteşem doğasını keşfedebilirsiniz. Latince “iki dere arasına kurulmuş köy” anlamına gelen, Göksu ile Yeşilçay arasındaki deltada kurulu Ağva, hem yeşil bir doğayı hem de suyun dinginliğini vaad eder. Tarihinin Neolitik çağlara dek uzandığı, bir dönem de Venedik ve Cenevizliler’in yerleşim yeri olduğu biliniyor.
Ağva’nın nehirleri, Kurfallı Ormanları ve Kilimli Koyu, bu doğanın en dikkat çeken özellikleri. Tekne turu olmadan da olmaz. Yeşilçay Nehri’nin denizle birleştiği limanda balıkçı teknelerinden birine atlayıp Kilimli Koyu’na doğru Karadeniz’e yol alın. Kuş sesleri eşliğinde, nehir boyunca sıralanmış küçük otelleri ve köy evlerini görebilirsiniz. Teknenizin etrafından deniz bisikleti, kano, kayık veya bot ile gezintiye çıkanlar eksik olmayacaktır. Ağva’nın civarında görülmeye değer bir de tarih var; Hacıllı köyünün şelalesi ve 3-4. yüzyıla ait olduğu tahmin edilen Gürlek Mağarası, Kalem köyündeki Romalılar’a ait kilise kalıntıları ve mezar taşları, Sungurlu mahallesindeki tarihi dağ değirmeni, Hisartepe’de bulunan kale kalıntıları… Ağva merkeze 6-7 km mesafedeki Kadırga Koyu’nda bulunan, teraslar şeklinde oyulmuş, katmanlı kireç taşı kayalar da bir doğa harikası. İster güneşlenin ister kayaların üzerinde piknik yapmanın keyfine varın, bu saklı koy görmeye değer.
Milli parklar, termaller, fosiller: Kızılcahamam
Ankara’nın en yeşil bölgelerinden biri olan, başkente 81 km mesafede, Bolu ve Çankırı illeri arasındaki Kızılcahamam, yemyeşil çam ormanlarıyla kaplı bakir doğasından sağlık turizmindeki potansiyeline, Başkentin nefes alabileceği en önemli alanlardan biri. Kampçılar, dağcılar, doğa yürüyüşü tutkunları, termallerde şifa arayanlar, burada kentten uzakta gerçek bir mola verebilirler. Kızılcahamam, antik çağlardan bu yana şifalı suları ile tarih boyunca önemini korumuş. Faydalı kaplıca sularına sahip olmasının yanı sıra Kızılcahamam’ın en büyük avantajı, üç tarafının ormanla kaplı olması ve temiz havası. Hititler’den Lidyalılar’a birçok uygarlık için revaçta olan Kızılcahamam’ın gezilecek görülecek yerleri de var. Türkiyenin ilk jeoparkı olan Kızılcahamam-Çamlıdere Jeoparkı gerçekten de sıradışı oluşumların çeşitliliğiyle dikkat çekici; Çamlıdere fosil ağaç ormanı, Mahkeme Ağcin Kültürel Jeositi, Sey Hamamı, Güvem bazalt sütunları, Beşkonak balık-yaprak fosilleri, aşınmayla oluşan Gelin Kayası ve Kaplumbağa Kardeşler, Alicin Manastırı, Sinap Tepe memeli fosil yatağı, Işıkdağı, Karagöl… Yaklaşık 5 bin metrekarelik bir alana yayılan ve MÖ 1700 yılına ait olduğu tahmin edilen Abacı Peri Bacaları da burada. Seyir terasları ve dinlenme alanlarında bu sıradışı coğrafyayı deneyimleyebilirsiniz. Bir vadi yamacında, tabandan 70 m yükseklikte yer alan, Roma İmparatorluğu döneminde inşa edildiği ve sığınma alanı olarak kullanıldığı düşünülen Alicin Manastırı ise dağcılık tecrübesi olan kişilere hitap ediyor. Soğuksu Milli Parkı’nda piknik yapabilir, dağ bisikletinizle dolaşabilir ve 160 farklı kuş türünü gözlemleyebilirsiniz. Çamlıdere Aluçdağı Tabiat Parkı’nda ise paintball, at biniciliği ve okçuluk gibi farklı aktivitelere yer veriliyor.
BERRAK EREN