Jest

Jest

Jest, Bazen Yola Düşmek, Bazen Reddetmek, Bazen Vazgeçmek… Her Şey Jest Olabilir. Jest, Şiirdir. Yazmak, Okumak, Kafiye Tutturmak, Güzel Söylemek Gerekmez. Sezmek Gerekir.

Desem ki ‘yol da bir jest biçimidir.’ Kimin kime jestidir, yolun mu yolcuya yolcunun mu yola? Belki de yol ile yolcunun hemhal olma hallerinden birdir jest. Hem karşılıklıdır hem karşılıksız. Şiir gibi işte. Aslolan varlığıdır, bulunması, yazılması ama en çok da olunmasıdır. Şöyle bir dua olsa iyi olmaz mıydı? Şiir olasın! Yoksa da, olmasını dilediğimiz kişilere söyleyelim: Şiir olasın!

Şiir olmak, yol olmak bir bakıma aynı şeye sayılır, jeste.

Desem ki ‘jest de bir şiir biçimidir.’ Kimin kime jestidir, şiirin mi şaire şairin mi şiire? Belki de şiir ile şairin bir olma hallerinin başında gelir jest. Şair olmaktan çok şiirin yazılma nedenlerinden biri, başlıcasıdır. Şiir yazmak, şiire yazılmak da, yola çıkmak, yola koyulmak değil midir?

Jest, bazen şairler tarafından da bir ‘fiyaka’ olarak algılanır. ‘Afili filintalar’ diye bir edebi grup kurulmuştu yıllar önce iyi ve genç romancılar, öykücüler, şairler tarafından. Jest özellikle de şairlerden beklenen bir tavır, bazen de bir armağan: Varlığım, varlığınıza… Fiyaka olması da o kadar tuhaf ya da fena bir şey olmasa gerek. Hem niye olsun? Hatta yolculuk da şiir de bir fiyaka olsun! Hiç kimseye, hiçbir yere karşı bir gösteriş değil, sadece insanın varlığını daha hoş duyumsaması, daha güzel görmesi için bile olabilir, olmalı. Yaşamın renklerinden, kokularından, tatlarından biri de insanın insana, insanın doğaya yaptığı iyiliklerdir. Günü, zamanı, yakınlığı çiçeklendirmek, süslemek, hafif abartmaktır. Jestler olmasa, şiirin, yolun birer araçtan farkı kalır mıydı?

Elbette, “Gelmiş bulundum.” diyelim Edip Cansever gibi. Gelmiş bulunduğumuza hiç şüphe yoktur, bundan ötürü gam çekmeye de gerek yoktur. Ama gelmiş bulunmayı da sözde bırakmayalım. Yolu da şiiri de sadece şairlere bırakmayalım. Şairler şiir kadar jesti, yolda olmayı, önde durmayı, görünmeyi severler ve arzularlar. Kim bilir belki de ‘çile’ dediğimiz şeyin kardeşi de ‘haz’dır.

Jest de hazdan kaynaklanır bence. Hazzı sadece zevk almak olarak düşünmemeli, insan kendinden çok başkası olmayı, başkası için yaşamayı, yazmayı, üretmeyi arzulayabilir, buna başkası için şiir yazmak, yola düşmek hatta canını vermek de dahildir. İnsanın kendi varlığından bunalması, sıkılması ya da kendi varlığını yetersiz, belki de fazla görmesi de, hadi kişisel gelişim terimiyle söyleyelim, farkında olması anlamına gelir.

İnsan bir şeye yaramalıdır, şiir de bir şeye yaramalıdır. Jest, işte bu bir şeye yaramanın yollarından biridir. Gelmiş bulundum duygusuyla gidemeyiz. “Gelmiş bulundum, öyleyse…” diye düşünmeli, eylemeli, üretmeli, yapmalıyız. Kuşları düşünün, ağızlarıyla taşıdıkları tohumları, bitkileri, meyveleri düşürdükleri yerde yeni ağaçlar, meyveler yetişir. Uçmuş bulunurlar, ama bu aynı zamanda bir kuş jestidir, uçmanın şiiridir, kanat iyiliğidir. Bizim kuşlardan neyimiz eksik diye sormamı beklemiyorsunuz herhalde? Göğümüz, mavimiz, kanatlarımız, uçuşumuz…

İşte o eksikliği, yani göğün, mavinin, kanatların, uçuşun eksikliğini gideremesek de, belki bir teselli olarak jestin varlığını düşünebiliriz. Jest, bazen yola düşmek, bazen reddetmek, bazen vazgeçmek… Her şey jest olabilir. Jest, şiirdir. Yazmak, okumak, kafiye tutturmak, güzel söylemek gerekmez. Sezmek gerekir. Yolda jestle gider yolcu da. Eskiden ‘ot gibi yaşamak’ denir ve aşağılanırdı. Şimdi ot gibi yeşillenmek, ‘ortalığa şan vermek’ gerekir. Şiiri bir jest olarak yaşayanlara bakın, Nazım Hikmet’ten Cemal Süreya’ya… Onun Türkiye’nin kurtulması için kendini denize atma önerisini aklınıza getirin. Şiir bazen biterek, yok olarak da bir jeste dönüşebilir.

Jest, şiirin yoludur. Yola jestle çıkılır, yol gibi jest de bir armağandır.