Kanat

İnsan, tamamlandığı zaman kuşların hizasında olacak. İnsan olmak belki de o zaman sahiden insan olmak olacak. Şimdi yorgunuz. ‘Dünyaya geldim, yorgunum!’ diye yarı-fiyakalı yarım cümleler kuruyoruz. Şimdiki yorgunluğumuz, geçeceğimiz yolun geçtiğimiz yoldan daha uzun, daha sarp, daha çetin olmasından. Hızla geçip gitmek isteyişimiz de bundan olmalı.
Ağrıyoruz. Buna ‘dünya ağrısı’ dediklerini duyuyoruz. Ağrımız dünyadan olsa bu kadar derin olur muydu? Ağrımız içten, kendimizden, bize benzeyenden, bizden, benden. Eskiden, çok eskiden. Ağrımız ruhtan, yaramız bedenden. Yalnız değiliz, kimsesiziz. Göğü alınmış bir kuş gibi yerle biriz. Eksiğiz. Varlığımız, gelişimiz o eksiği gidermek için olmalı. Arıyorsak ondandır. Kafdağı, Anka, Simurg… ‘Kuşlara sor, onlar bilir!’ diyoruz. Kuşlar, göğün yaprakları. Yaprak dalı bilir, dal gövdeyi.
O, insanın değil, insan onun bir parçası. Tıpkı yolun da bir parçası olduğu gibi. Bu gökyüzü, bu deniz, bu sonsuzluk, hepsi de bir buluşma için var. Şimdi bir biçim olarak görülen boşluk, o zaman ruhla dolacak. Ruh seferde. İnsan, gözleriyle değil yalnızca, ruhuyla bakar göğe. Göğden kuşbakışı bakılır, göğe ruhbakışı.
Bir zamanlar kanatlarımız varmış, bir çift kanat. Masal zamanları olmalı, o masaldan bu masala uçarmışız, konarmışız, havalanırmışız. Arılar gibi, çiçekten çiçeğe gezen. Kanatlarımız varken hafifmişiz, ne kendimize ne birbirimize ağır gelir, ağırlık verirmişiz. Kanat kanada gelir, kanat diliyle söyleşirmişiz…
Kanat, düşünce çünkü, kanat, düş. ‘Algı kapıları’nın açılması demek kanatların açılması. Düşünceye kanat açmak, düşe kanat açmak, maviye kanat açmak, sevince, iyiliğe, güzelliğe, aşka ve yola kanat açmak. Çoktur kanatlarımız uykuda. Tozlu, paslı, karanlık, ağır. Övülmesi unutulmuş eski ahşap kapılar gibi kırıldı kırılacak. Ve kanatların bir zamanlar bizimle yola düştüğü, sular geçtiği, günler gördüğü, gönlümüzü bildiği, elimizden tuttuğu, uçmayı sevdiği… Unutulacak! Hiç kanadımız olmamış, kanatlanmamışız sanılacak! O zaman yol yüzümüze bakmayacak, yol yüzümüze bakmazsa…
Yolu göze almaktan söz edilir hep, yol bir mesafeden ibaretmiş gibi yalnızca, uzun uzun ölçülür. Yola yüzümüz olmalı oysa. Yola yüzümüz varsa gözümüz de olur, ölçmeye de gerek kalmaz, düşünmek yeter. Düşler kanatlanır, yol açılır. Yürek kanatlanır, aşk açılır. Akıl durur mu, kanatlanır o da, nice yeniliklere, iyiliklere, avunmalara, şifalara gül açılır.
Kanat yalnız perilerde, meleklerde yok, kuşlarda da var. Kanatlanmak için melek de, peri de, kuş da olmak gerekmiyor. “İki kalas bir heves” sözünü biraz değiştirip, “iki kanat bir heves” demek yetiyor. Meleklerin katı yüksek, periler hülyalı, kuşların hizası tam heveslik. Aşık Mahzuni, “Kanadım değdi sevdaya” diyordu. Kanat göğe değer, maviye değer, hevese değer. O zaman dedikleri gibi olur, ‘başımız göğe erer!’
Yanıtı, sevinci, korkusu, metaforu, imgesi, ironisi hep içindedir ‘başın göğe mi erecek?’ sorusunun. İyi ki sorulmuş, ne güzel soru. Güzel sorular, güzel aşklar gibidir. Bu cümlede bir ‘güzel’ fazladır, bulursunuz. Güzel sorular, kanatlar gibidir. Bu cümlede fazlalık yoktur, boşuna aramayın. Fakat merak edebilirsiniz. Merak edin, ne güzel, heves de edersiniz. İki kanat bir heves demiştik, şimdi iki kanadında iki marifet, biri merak biri heves deriz.
Merakımız var, hevesimiz var, yaşama aşkımız var, kalbin göğüne mi desek göğün kalbine mi, ikisi de gönülden geçer, bakasımız var, öyleyse kanatlarımız da var demektir! Ne duruyoruz? Kanatlarımızı açalım, onlar dünden hevesli. Sorun diyorlar, sora sora, bakın diyorlar, baka baka, düşleyin diyorlar, düşe kalka, uçun diyorlar, heves denizinde, merak göğünde, bata çıka, özgürlük ancak o zaman kuşlar gibi ve kuşlarla aynı hizada.