Nar

Nar

Başlangıcın güzelliği. Hazırlığın telaşı. Yola çıkmanın kıpırtısı. Nedensizlik gibi görünen nedenin coşkusu. Sözcük oyunu da yapalım, denk düştü, densizlik sayılan bazı hallerin de doğallığı. Haydi!

Yol hali de nar hali de, ‘yakıcı’ bir deyimden ödünç, ‘dışı seni gider, içi beni’ diyebileceğimiz bir haldir, ki cem halinde ‘yol bir sürek bin’ olur, masal halindeyse binbir nar olur, bin tanesi dinleyenlerin, bir tanesi de nara gidenin aklında, fikrinde, kalbinde, güneşinde, gölgesinde, güzünde pişer, yanar, aşk olur.

Yolculuk naradır, yol da naradır. Geçip gitmeye değil, durup yürümeye. Gülten Akın’ın “geçmek, acıyı getirir daima” dediği unutulmaya diye! Yol geçip gitmek değil, düşleyip durmak, yürüyüp durmak, durup, düşleyip yürümek içindir. Düşlemeyene yol uzar, bitmek bilmez. Düşleyene “gör ki neler var!” sevinci, şenliği, iyiliği gelir. Yol ‘hayal, düş’ gelir. Eski güzel yaz şarkıları gibi “Şu İzmir’den çekirdeksiz nar gelir”.

Yolun sonu nar değildir. Nar, yolun içindedir, yol zaten narın içinde durur. Nar, yolcuya hem yol, hem yolcu hem de yolda olduğunu hatırlatır. İnsanda ‘çok keramet’ olduğunu bildirir. Yaşam, İnsan-ı Kamil olmaya doğru bir yolculuksa hep ve ‘olmak’, bir kez ve yalnızca bunun içinse, öyleyse yolda da hem yalnızlık erinciyle hem de çokluk sevinciyle yürüyecektir.

Nar’ın yüzü sıcak, güzü serindir. Nar hem ateş gibi düşer içimize hem ateş gibi sevindirir.

Narın bahçesi içindedir, yolculuğu düşündedir, özlemi renginde, tadı ateşindedir. Sen bir nara düşmeye gör, yanmak ne kelime, daha önce düşmediğine yanarsın! Aşkın narına yanmak niceyse, narla yola çıkmak da öyledir, aşka sayılmakla kalmaz, başlangıcın güzelliğini yola da taşır, çoğaltır ve hem tekliği hem çokluğu hatırlatır. Birken bin, binken bir olmayı.

Narın yolculuğu evveleskidir. Şair İbn Farid’in, “Biz üzüm yaratılmadan önce sarhoştuk” dediği gibidir. Sanki yol da narla birlikte ‘ol’maya, doğmaya başlamıştır. Yolu narla başlayan yolcu hem ayrılır kendinden hem kavuşur. Ayrılıp kavuşur. Kavuşup ayrılır. Yolculuk da böyle güzel değil midir? Yolculuğun yolunda olması biraz da onun nara benzemesindendir. Nar gibi hem içkin olmasından hem de aşinalık taşımasındandır.

Su yatağından, yolcu yolundan nasıl taşıyorsa, nar da güzden taşar. Narın taşması, taşkınlığından değil, tanışma arzusuyla dopdolu, kıpkırmızı, ateş gibi olmasındandır. ‘Yangın kavmi’nden değil ‘ateş kavmi’nden gelmesindendir. Soğuk ateş, sıcak ateş, serin ateş, derin ateş, hem göz değil yalnızca gönül de kamaştıran rengiyle hem büyüleyici, nefes kesici olduğu da söylenir, seyriyle, hem içten içe  sürmesiyle, hem de tıpkı şiir gibi “sen içimden geçen yolculuksun” demesiyle, azdır çoktur, küçüktür büyüktür, incedir uzundur, vardır yoktur, fakat özdür közdür, kordur. Kor halini korur.

Yolculuk, narın yoğun halidir. Yalın diyesim vardı, nar deyince yoğun oldu. Hem giden hem kendini uğurlayanın halidir nar hali. Şiir gibi, o nasıl her okunuşta yeniyse, hem kendini hem okuru yeniliyorsa, yenileniyorsa, nar ateşiyle yola çıkan da hem kendini hem yolu yeniler. Hem de Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi olur, nar yolu, söz közü besler: “Hararet nardadır, sacda değildir/keramet sendedir, tacda değildir/her ne arar isen kendinde ara/ Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir.”

Narın içinden geçenleri merak etmektir biraz da yola çıkmak. Nar olan yola sayılır, yol olan da nara. Ah bilsek, bilse insan, yoldaki bilse, birbirine sayılan ne çok şeyin olduğunu şu koca yeryüzünde, o zaman “nara gidelim” derdik hepimiz, “yola çıkalım” dercesine. Öyleyse biri demiş bulunsun: Nara gidelim!