Öğle

Öğle

Ateş, su, hava, toprak… Hayat bu dört şeyden mi kaim? Yaşadıkça, yazdıkça, yani yola çıktıkça onlara yeni şeyler ekliyor insan.

Bunların bazıları yolboyu sürüyor, bazıları ömürboyu. Yolboyu süren, insandan sonra da sürüyor elbet. Yol çünkü hem içimizden geçiyor hem içinden geçiyoruz hem de yol bizi geçiyor, ömrümüzü de. Geçene değil fakat, sürene yol diyoruz.

Geçerken, giderken, sürerken vakitlerin içinden, suların yanından, göğün altından, ağaçların serinliğinden, güneşin yangınından ve sözcüklerin büyüsünden… Bakışınızda belki, belki  avcunuzda ya da cebinizde bir çift kanat hazırlığı baş gösteriyor. Sevinçli bir telaşla üstünüzü başınızı yokluyor elleriniz, bahar gelmiş de sizde gizlenmiş ve bu kez sizde başlayacakmış gibi. Aman ne saadet!

Sözcükler demiştik, sözcükler de hayat dörtlüsünün uzayı gibi sanki. Uzayı, yani boşluğu, bazen sessizliği, ara sıra hafifliği, taştan derin ağırlığı, rüzgardan yaman esintisi ve vaktin kılavuzu. Sözcükler. İnsan büyülenmiş gibi telaffuz ediyor bunu bazen ve aynı büyüyle kağıda yazıyor en son. Öncesinde gökler, bulutlar, sular, ağaçlar ve yollar var, öncesinde rüzgar var, sözcükler hepsine, göğe, buluta, suya, ağaca, yola ve rüzgara yazılıdır.

Öğle suları. Sözcüklerin tam zamanıdır. Sözcükler de ağızdan çıkıp havalanmadadır. Birbirlerine kavuşmada, yolları buluşturmada ve içten içe sevinip uçmadadır. Öğle sularında güneşin krallığı tüm uyruklarına, kesenin ağzını açar gibi, cömert ışıklarını sunmadadır. Öğle sularında bazı sözcükler ara sokaklara dalarak şiirde toplanmadadır.

Güneş, öğleyi de coşturur, ama yoldan çıkaramaz. Öğle sularında her şey sırasını bekler. Yolcunun da güneşle konuşmasının tam sırasıdır. Birbirlerine armağan sunmak için buluşmuş iki eski arkadaş. Armağan, yaşam. Güneşli harfler yürür öğle sularında. Ve güneşli sular akar. Ve güneş herkesin olur öğle krallığında. Can Yücel’in yalnızlığını severken söylediği ‘sidikli kontes’in de elbette.

Öğle suları. Güzel sular. Akıcı, temiz, ışıltılı, güneşli, oyuncu, berrak sular. Kimsenin kimseyi ölçmediği. Yolcunun yolu ölçmediği. Yolun sonunu baştan düşünmediği. Yolun sonu yine yoldur. Su da yoldur. Yol suya çıkar. Ve insan kendini yolda arar, suda karşısına çıkar. O sularda işte, yol sularında, güneş sularında, öğle sularında.

Öğle handır, ikindi onun avlusu, sabah taşlarıdır avlunun ve akşam atlıdır, gelip atını avluya, akşamı hana bağlar. Öğle hanı, yolcunun yolu gözden geçirdiği yer değildir, derin derin uzun uzun içinden geçirdiği yerdir. Yol ve yolcu, öğle ve güneş, su ve sözcükler içiçe yürürler. Kendileri kalmaz ortada öteki varken ve öteki de sıyrılır kimliğinden yoldaşı varken.

Öğle; yolun büyüsü. Zamanın ışığı. Akışın gönlü. Yaşamın iyiliği. Kalbin açıklığı.

Düşüncenin dinginliği. Rüyanın aydınlığı. Gözün gülüşü. Yüzün sevinci. İyiliğin yürüyüşü. Herkesin hiç kimse olduğu. Hiç kimse olmanın mutluluğu. Öğle: Vakit böyle buyurdu!

Gün Uzar Yüzyıl Olur diyordu Cengiz Aytmatov, gün olur, öğle olur, yol olur. Ve insan kendini güneşe vurur. Öğle, bir şiir gibi durur. Her başlangıç yepyeni bir şiir olur. Şiir yol olur, yol şiir olur. Yol nasıl dönüp dolaşıp sizi bulursa, şiir de gelip sizi bulur. Hayat da sizi bulmadı mı? Hayat, yol, şiir, kader, hepsi öğle sularında birbirini bulur, buluşur.

Yolcunun güneşi içindedir, öğlesi cebindedir. Oktay Rifat da o yolculardan biridir, çıkarır bakar öğlesine, sonra da onu güneşine tutar, yazı şiirine tutar, şiirini bize tutar. Sabah, sesle yıkanır, öğle güneşle, ikindi serinlikle yıkanır, akşam güzellikle.

Ey yolcu, şimdi öğle sularındasın, güneşini çek içine!