Orman

“Hepimiz aynı ormanda çalışıyoruz”. Niye söylediğimi unutmadığım ama neden hatırlamam gerektiğini de bilemediğim bir dize. İyiliğe de yorulabilir aşka, sevgiye de, eh biraz da kedere yorulsa yeri var.
Ahmet Güntan’ın hepimizi buluşturan, ayrılanları kavuşturan ve herkesi birbirinden de derin ormanlara salan şiiri “Ormanların Gümbürtüsü”nü neredeyse bir bayrak gibi göndere çekeceğiz, biraz daha derinleşirsek kendimizi de onun yanında ipe çekeceğiz! Öyle bir zaman, öyle bir orman, ki “düştüm bir ormana yol belli değil” türküsü de herhalde o zamanlardan, o ormanlardan biri için yakılmış olmalı.
Orman. Bir yol biçimi, biçemi. Başka bir yolculuk da sayılabilir, yollar içinde bir gürlük de. Yol yeşilken gitmek isteyebilir insan. Hem de İnsan Bir Ormandır değil mi, öyle yazmıştı Oktay Akbal. Orman bir yol biçimi, peki yol? Yol da ne oluş ne varış, akış biçimi. Düpedüz akış biçimi değil, bazen gökyokuş, bazen düzayak, bazen sarasarpa, bazen ferahfeza, bazen bikoşu, bazen usulusul…
Orman bir düşünce biçimi, düşleme ve düşünceyi sevme biçimi. Göçebe düşüncesi, yayla düşüncesi. Orman da göçebenin kışlağı. Kışlak; gurbetin kışı, kış gurbeti, askerin kışlası, ağacın kışlağı. Ağaç yürüyüşü. Duydunuz mu? Ağaç göçü. Sanki 1300’ler, Batıda Ortaçağ, Doğuda Moğolların Anadolu’ya saldırısı, “büyük kaçgun” günleri. Dünya göçü. Ruh göçünden önce üstelik. Üstelik ötedünyaya da değil. Dünya birbirine göçüyor, içine göçüyor, denize göçüyor, ortaya, kıyıya, uzağa, yakına, batıya, kuzeye göçüyor. Kuşların göçü durmuş sanki. Kuşlar havada durmuş, kendilerine gök ile yer arasında bir yer bulmuş. Böylece kurtulmuş… Oluyorlar mı? Oluyorlar. İnsanlar ellerinde olsa dünyanın dışına, üstüne, altına, yanına filan kaçacaklar, daha doğrusu göçecekler!
Orman belki de bunun içindir, toplanma yeridir, göçmen çadırıdır, düş şemsiyesidir, düşünce gürlüğüdür. İnsanın, hayvanın, ağacın, tabiatın özgürlüğüdür. Yaprak nasıl ağacın özgürlüğüyse, orman da dünyanın özgürlüğüdür. Kuşun, göğün özgürlüğü olması gibi mavi bir şeydir bu. Yeşil bir şeydir. En çok da kırmızı her şeydir.
Hermann Hesse’nin “hareket ve dinginliğin uyumu” olarak gördüğü kayın ağacını, Nazım Hikmet de “Karlı Kayın Ormanı”yla selamlar: “Karlı kayın ormanında/yürüyorum geceleyin/ efkarlıyım efkarlıyım/elini ver nerde elin?” Çocukluğu Karaormanlar’da geçenlerden Hesse, aynı adlı şiirinde; “Uzaklar daha asil, daha ipeksiydi,/Çam korularıyla sülüyken/Dağlar daha mutlu, daha bereketliydi/Çocuk gözlerimde parıldarken” der.
Efsane kitaplardan ikincisi, ilki Alıç Ağacı İle Sohbetler, Anadolu Manzaraları’nda (1957), doğa koruma bayrağını o yıllarda açanların başında gelen, ‘ileri görüşlü botanikçi’ Prof. Dr. Hikmet Birand da sohbete kayıtsız kalmaz, “Keltepe Ormanlarında Bir Gün” geçirir ve gotik ile orman ilişkisini bigüzel dile getirir: “Almanlar gotiğin kayın ormanlarından çıktığını söylerler ve kayın ormanlarını kayın katedrali diye överler.”
Gotik ormanlar, barok ormanlar, hep ötelere gitmek isteyen ormanlar. Birand Hoca’nın dediği gibi ‘orman ağaçları’, “tohumlarına bir kanat, bir pervane, bir paraşüt takarak onları güz yellerinin savurmasını orman dışına, uzaklara uçurmasını isterler.”
Kader acaba sonunda ayrılanları kavuşturacak mı, insanla ağacını buluşturacak mı, hayat ormanı kurulacak mı? Yolcunun soruları bitmez, ömür biter soru bitmez, soru biterse ömür de biter, ağaç da biter, orman da. Ömür biterse yol biter!
Hepsi yola dahildir: Yayla da, ova da, nehir de, gökyüzü de, gece de, güneş, ay, ağaçlar, sular, parklar, ormanlar da. Ahmed Arif’in saydığı yol biçimleri gibi: “Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar/ray asfalt şose makadam/benim sarp yolum, patikam…”
Kuş ne kadar küçük olsa da, konduğu dalı büyütüyor. Yol, ormandan geçiyor.