Piyade

Dizenin mi demeli yoksa cümlenin mi, yarısını babaannem söyledi, yarısını da ben. Askere giderken beni gülerek uğurlayıp, “Adamın kötüsünü piyade yaparlar yavrum!” demişti. Yıllar sonra onu anarak yazdığım “İnsan Kısadır” şiirinde tamamlamıştım onun sözünü: “Sözün fazlasını şiir yaparlar!”
“Asker oldum piyade” türküsünü de hayat tamamlıyor işte, hayat dediğin yol, “yolcu oldum piyade”. Sözcük, Azeri dilinde özünü bulur, ‘yaya’ olur. Hayat yolunda yaya kalmaktan sıkça şikayet edilir, insanın kendine acıma törenlerinden biri de bu esnada gerçekleşir. Fakat hayat da böyledir, yoksa değil midir? Kimi uçar, kimi koşar, kimi kaçar, kimi de yayan yapıldak yola koyulur. “Ayışığında yola koyuldum” diyen şarkılara yolcu olur.
Belki de yürümek, adım adım ilerlemek en çok da piyadeyle anılır ve anlaşılır. Karınca gibidir piyade, oradan oraya yürür durur. Peki hayatın yükünü onlar taşır, çilesini onlar çeker, kabul, ama cefası kadar sefasını da piyadeler sürmez mi aslında? Sürer. Gezinerek, bakınarak, eğlenerek, oyalanarak, yavaşlayarak, ağırdan alarak, uzatarak, dinlenerek, dinleyerek, duyarak, görerek, tadarak, ezcümle ayağını yola göre uzatarak, adımını yola göre atarak, kafasınca gezer, rüzgarınca eser, geçer gider…
Cemal Süreya’nın yanlış anladığımız, öylesi de güzel, şu dizeleri: “Asker su ver asker/-ben asker değil nişanlıyım”. Hemen herkes ‘nişanlı’ olarak anlamıştır bunu, oysa askerde onbaşı, çavuş olmak anlamında ‘nişan’ı olmaktan söz eder. Ne demek istiyorum? Yani insan bazen şiirden çırak çıkabileceği gibi, bazen de şiire piyade yazılır. Şiire ikisi de yakışır, şiir ikisine de yakışır, o da ayrı.
Piyade toprağa yakındır, kum gibi olması biraz da bundandır. Suya yakın olmanın yeşili, göğe yakın durmanın mavisi gibi toprağa ayak vurmanın da mavisi bulunur, istenirse. Delisi dışında denildiği gibi kırmızısı dışında, mavisi içinde, yeşili dışında, mavisi kalbinde de diyebiliriz. Bu piyade için de uyarlanabilecek şeylerden biridir. Piyadenin ayağı toprakta, kafası mavidedir. Yürümek de mavidir.
Edebiyatın da toprağıdır piyade, romandır, gökyüzü öykü, deniz şiirdir. Ya deneme? O da yerde karınca, suda balık ve havada simurgtur. Yazının, yürüdüğü, yüzdüğü, uçtuğu, konduğudur. İnsan hayatının aşamalarını düşündürdü bu bana. Çocukken koşarız, gençken uçarız, sonra yürümeye başlarız. Uzun yürüyüş. Hiç okumadığım kadar çok roman okumaya başladım, piyade yaşıma geldim sanırım. Bunu yazarken de aklıma çok sevdiğim karakaçan geldi, eşek yani, nedense. (Kayıp eşek diye duyuru görmedim hiç ama, ailemizden diye başlayan kayıp keçi duyurusu gördüm bugün, bir ağaca iliştirilmiş.)
Piyade olmak, hazır olmak da sayılır. Sanki biri oradan piyade dese, hemen ayaklanırmışım gibi! Demek ki piyadenin kulağı seste ve piyadelik sadece yolda, kırda, bayırda değil, daha çok da heveste!
Piyade piyadeyi yürüyüşünden zaten tanır, ama bir de duruşundan, oturuşundan kalkışından tanınır ki piyade, sanki balıkçıyla karanlık sularda balığa çıkmış gibi, mavi kuşlarla göğün denizinde uçmuş gibi ve ormanlardan aşağı çağlayarak koşmuş gibi görünür insanın gözüne. Bir de bana mektup gibi gelişi vardır ki, piyadeyi özleyişime bir sebep de budur, çoktur ne gelen ne giden mektuptur. Onu taşıyana da ‘piyadenin şövalyesi’ dense yeridir, zira “Postacı postacı canım gülüm postacı” diye yolunu dört gözlediğimiz kimse, içimizi içinize kavuşturan, ulaştıran, buluşturan piyadeler piyadesidir.
Piyade, bir başka adem, ademden ziyade bir başka alem. Dünya öküzün boynuzlarının üstünde durmuyor tabii, ama dünya hala dönüyorsa, onların yüzü suyu hürmetinedir dediğimiz hatırlıların arasında piyade de var, o yürüdüğü için dönüyor dünya.